ANAYASA
VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti
Madde 26 – Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama
Madde 216- (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
5187 Sayılı Basın Kanunu
Basın özgürlüğü
Madde 3- Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.
Uluslararası açıdan hemen hemen tüm ülkelerde düşünceyi hür bir şekilde yayma temel haklar arasında kabul edilmiştir. Bu çerçevede bakıldığında ama kişilerin düşüncelerini her alanda özgür bir şekilde ifade edebilmesidir. Bunun getirisi olarak maalesef toplumda var olan farklı kesimleri “düşünceleri ifade etme” adı altında zan atlında bırakma veya nefret söylemleri ile saldırma şeklinde durumlar da ortaya çıkabilmektedir. İşte bu durumlar açısından ülkeler bazı önleme veya koruma amaçlı hükümler getirmişlerdir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 216. maddesinde yer alan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu” somut bir tehlike suçu olarak düzenlenmiştir. Maddenin düzenlenme amaçlarından biri de nefret söylemlerini sınırlandırmaktır.
Somut bir tehlike suçu olarak 5237 sayılı Kanun’un 216. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen ve kamu düzenini, toplum huzurunu himaye eden, esas itibariyle nefret söylemini sınırlandırmayı hedefleyen halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçu; halkı, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep gibi farklılıklar sonucunda kişilerin birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik edilmesini cezalandırmaktadır.
Kin, öç almayı gerektirecek şiddetli düşmanlık hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik bir hâl olarak tanımlanmaktadır.
Düşmanlık, husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar vermeye, kişiyi mağlup etmeye yönelmiş kin duygusu olarak da tanımlanmaktadır.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi, dinî değerlere alenen hakaret etmeyi suç saymaktadır. Ancak, belirtilmelidir ki bu hüküm doğrudan ifade özgürlüğüyle karşı karşıya gelmektedir. Peki 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu 216. maddenin ifade özgürlüğü ile dini değerleri koruma arasındaki denge ne şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir? İşbu makalede bu çerçevede inceleme yapılacaktır.
İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel yapı taşlarından biridir. Ancak, ifade özgürlüğü sınırları içinde dinî değerlere yapılan hakaretler, toplumsal huzuru bozabilmekte ve dini gruplar arasında gerginliklere neden olabilmektedir. Bu nedenle, 216. madde gibi hükümler, ifade özgürlüğü ile dini değerleri koruma arasında bir denge sağlamayı amaçlamaktadır. Bu denge, hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde belirlenmektedir.
-
madde gibi belirsiz ifade sınırları içeren hükümler, ne yazık ki keyfi uygulamalara yol açabilmektedir. Bu durum, ifade özgürlüğünün sınırlarının belirsiz olduğu ve vatandaşların bu sınırları aşmaktan kaçınmakta zorlandığı anlamına gelmektedir. Ayrıca, keyfi uygulamalar hukukun üstünlüğü ilkesine zarar verebilmekte ve adaletin sağlanmasını engelleyebilmektedir.
-
maddenin basın, medya veya çevrimiçi platformlarda işlenmesi halinde artırılmış cezalar öngörülmektedir. Bu durum, basın özgürlüğü ile suçun cezalandırılması arasında bir denge gerekliliğini doğurmaktadır. Basın özgürlüğü, demokratik bir toplumun olmazsa olmazıdır ancak nefret söylemi ve dini değerlere yapılan hakaretler basın özgürlüğünün sınırlarını zorlayabilmektedir.
-
madde gibi hükümlerin uygulanmasında yaşanan sorunlar, hukuki denetim mekanizmalarının önemini ortaya koymaktadır. Keyfi uygulamaların önlenmesi ve adaletin sağlanması için etkili bir hukuki denetim mekanizması gereklidir. Aksi halde, hukukun üstünlüğü ilkesi göz ardı edilmiş olacaktır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda 216. madde gibi belirsiz ifade sınırları içeren hükümlerde reform sağlanması gerekmektedir. Bu reformlar, ifade özgürlüğünü daha etkin bir şekilde koruyacak ve dini değerleri daha etkin bir şekilde savunacaktır. Ayrıca, hukuki denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi de önem arz etmektedir.
Bir başka ifadeyle, Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi, ifade özgürlüğü ile dini değerleri koruma arasında hassas bir dengeyi yansıtmaktadır. Ancak, belirsiz ifade sınırları ve keyfi uygulamalar bu dengeyi zorlamaktadır. Bu nedenle, hükümlerin reforme edilmesi ve hukuki denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde hem ifade özgürlüğü hem de dini değerler daha etkin bir şekilde korunabilme imkanına sahip olacaktır.
KORUNMAK İSTENEN HAKLAR VE DEĞERLER NELERDİR?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi, dinî değerlere alenen hakaret edilmesini suç olarak tanımlamaktadır. Bu hüküm, toplumsal huzuru korumayı, dinî hoşgörüyü sağlamayı ve dinî değerlere saygıyı teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Maddede belirtilen suçlar, kamu düzeni ve toplumsal barışı tehdit ettiği gerekçesiyle cezai yaptırımlara tabi tutulmaktadır.
İŞTİRAK VE İÇTİMA PERSPEKTİFİNDEN NE ŞEKİLDEDİR?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi, dinî değerlere alenen hakaret etmeyi suç saymaktadır. Ancak, bu suçun işlenmesinde iştirak ve içtima kavramları da önemli rol oynamaktadır.
İştirak, bir suçun işlenmesine katılma veya yardım etme şeklinde tanımlanmaktadır. 216. maddenin ihlalinde, suça katılan veya yardım eden kişiler de cezai sorumluluk altına alınmaktadır. Bu kişiler, suçun işlenmesine aktif olarak katılanlar veya bunu teşvik edenler şeklindedir.
İçtima, suçun birden fazla kişi tarafından işlenmesi durumunu ifade etmektedir. 216. madde bağlamında, birden fazla kişinin dinî değerlere hakaret ettiği durumlarda içtima ilkesi devreye girecektir. Bu durumda, suça katılan herkes aynı şekilde cezalandırılabilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesine göre, suça iştirak eden veya içtima halinde bulunan kişiler cezai yaptırımlara tabi tutulacaktır. Bu yaptırımlar, para cezasından hapis cezasına kadar değişebilmektedir. Suçun ciddiyetine, katılımcıların rolüne ve diğer faktörlere bağlı olarak yaptırımlar belirlenmektedir.
İştirak ve içtima durumlarında, suça katılan kişilerin tespiti ve cezalandırılması için çeşitli delil yöntemleri kullanılmaktadır. Tanık ifadeleri, dijital izler, belge ve deliller suçun işlenmesine dair kanıtlar şeklinde olabilmektedir. Bu deliller, suça katılan kişilerin tespitinde ve yargılanmasında önemli rol oynamaktadır.
İştirak ve içtima suçlarıyla mücadelede, etkin yasal düzenlemelerin yanı sıra eğitim ve farkındalık çalışmaları da önemlidir. Toplumun suçun ciddiyeti ve sonuçları konusunda bilinçlendirilmesi, suçların önlenmesinde ve suçluların adalet önünde hesap vermesinde önemli bir rol oynamaktadır.
SUÇUN SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA SÜREÇLERİ NASILDIR?
Soruşturma aşaması, suçun işlendiğine dair delillerin toplandığı ve failin tespit edildiği aşamadır. Dinî değerlere alenen hakaret suçunu işlediği iddia edilen kişi hakkında şikayet üzerine veya resen soruşturma başlatılabilmektedir. Soruşturma sürecinde, delillerin toplanması, şüphelilerin sorgulanması ve gerekli diğer adımların atılması sağlanmaktadır.
Kovuşturma aşaması, soruşturma sonucunda yeterli delil bulunduğunda ve şüphelinin suçlu bulunması durumunda başlamaktadır. Bu aşamada, şüpheli hakkında dava açılır ve yargılama süreci başlamaktadır. Failin suçlu bulunması durumunda, ceza tayini ve uygulanması aşamasına geçilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi uyarınca dinî değerlere alenen hakaret suçunu işleyenler hakkında soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde belirli usuller izlenmektedir. Bu usuller, adil bir yargılama süreci sağlamak ve hukuki hakların korunmasını temin etmek amacıyla belirlenmektedir.
Soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde, şüphelinin savunma hakkı gözetilir ve delillerin doğru şekilde değerlendirilmesi sağlanmaktadır. Ayrıca, adil yargılanma hakkı çerçevesinde, şüpheliye suçlamalarıyla ilgili bilgi verilir ve savunma yapma fırsatı tanınmaktadır.
GÖREVLİ MAHKEME NERESİDİR?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi kapsamında işlenen suçlarla ilgili yargılama görevi, Sulh Ceza Mahkemelerine aittir. Bu mahkemeler, söz konusu suçların soruşturma ve kovuşturma süreçlerini yürütmekle yetkilidirler. Sulh Ceza Mahkemeleri, Türk Ceza Kanunu'nun ilgili hükümlerine göre, dinî değerlere alenen hakaret suçunu işleyenlerin adalet önünde yargılanmasını sağlamaktadırlar.
SUÇTA TEŞEBBÜS DURUMU NEDİR?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi, dinî değerlere alenen hakaret etmeyi suç saymaktadır. Ancak, bu suçun teşebbüs aşamasında da değerlendirilmesi önemlidir.
Teşebbüs, bir suçun işlenmesi için harekete geçme ancak tamamlanmamış olma hali şeklinde tanımlanmaktadır. 216. maddenin ihlalinde, suçun işlenmesi için girişimde bulunulmuş ancak henüz tamamlanmamış olabilmektedir. Bu durumda bile, suç teşebbüs aşamasında dahi cezai sorumluluğu doğurabilmektedir.
- madde bağlamında suç teşebbüsü, dinî değerlere alenen hakaret etme amacıyla gerçekleştirilen eylemleri içermektedir. Bu eylemler sözlü ifadeler, yazılı metinler, sosyal medya paylaşımları veya diğer iletişim araçlarıyla gerçekleştirilebilmektedir. Ancak, bu eylemler henüz tam olarak gerçekleşmemiş olsa bile suç teşebbüsü olarak değerlendirilebilmektedir.
Suç teşebbüsünde, suçun işlenmesine dair somut delillerin varlığı önemlidir. Bu deliller, suçun işlenmesine yönelik planlar, yazılı veya sözlü ifadeler, elektronik iletişimler veya diğer kanıtlar şeklinde olabilmektedir. Bu deliller, suç teşebbüsünün kanıtlanmasında ve suçluların cezalandırılmasında kullanılmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesine göre, dinî değerlere alenen hakaret etme suçunun teşebbüs aşamasında bulunanlar da cezai yaptırımlara tabi tutulabilmektedir. Bu yaptırımlar, suçun ciddiyetine, teşebbüs edilen eylemlerin niteliğine ve diğer faktörlere bağlı olarak belirlenmektedir. Yaptırımlar arasında para cezası, hapis cezası veya diğer cezai müeyyideler bulunabilmektedir.
Suçun teşebbüs aşamasında alınacak önlemler, suçun işlenmesinin engellenmesini ve toplumsal huzurun korunmasını amaçlamaktadır. Eğitim, farkındalık çalışmaları ve etkin yasal düzenlemeler, suç teşebbüsünün önlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, suç teşebbüsünün tespit edilmesi ve suçluların adalet önünde hesap vermesi için etkili bir hukuki süreç önemlidir.
SUÇUN ADLİ PARA CEZASINA ÇEVİRME, ERTELEME VE HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI KARARLARI AÇISINDAN DURUM NEDİR?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi uyarınca dinî değerlere alenen hakaret suçu işleyen kişilere adli para cezası verilebilmektedir. Adli para cezası, suçun ciddiyetine ve failin mali durumuna göre belirlenmektedir. Ancak, hâkimin takdir yetkisi çerçevesinde, adli para cezası yerine hapis cezasına çevrilebilmektedir.
Hâkim, suçun işlenmesindeki durum ve failin kişisel özellikleri dikkate alarak, cezanın infazını erteleyebilmektedir. Erteleme kararıyla birlikte, fail belirli bir süre boyunca belirli şartları yerine getirmek durumundadır. Bu şartlar arasında, suça tekrar karışmama, topluma faydalı bir işte çalışma gibi koşullar bulunabilmektedir.
Hâkim, suçun işlenmesindeki durumu ve failin kişisel özelliklerini göz önünde bulundurarak, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verebilmektedir. Bu kararla birlikte, fail belirli bir denetim süresi boyunca belirli şartları yerine getirmelidir. Bu şartlar genellikle suça tekrar karışmama, belirli bir kuruma bağlı kalma gibi koşulları içermektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi kapsamında verilecek cezaların belirlenmesinde, suçun işlenme biçimi, failin kusurluluğu ve diğer faktörler dikkate alınmalıdır. Ayrıca, Yargıtay'ın bu konudaki içtihatları da dikkate alınarak adil ve tutarlı bir uygulama sağlanmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi çerçevesinde dinî değerlere alenen hakaret suçunu işleyenlerin karşılaşabileceği cezai yaptırımlar çeşitli alternatifleri içermektedir. Adli para cezasına çevirme, erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları, suçluların topluma yeniden kazandırılması ve ceza sisteminin adalet ve etkinliğinin sağlanması açısından önemlidir. Bu kararların uygulanmasında adaletin sağlanması ve toplumsal barışın korunması için dikkatli bir yaklaşım benimsenmelidir.
ZAMANAŞIMI
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'na göre, suç işlendikten sonra belirli bir süre içinde fail hakkında dava açılması gerekmektedir. Bu süreye "zamanaşımı süresi" denir. Dinî değerlere alenen hakaret suçu, kamu davası ile takip edilen suçlardan biridir ve Türk Ceza Kanunu'nun genel hükümleri çerçevesinde zamanaşımı süresi belirlenmektedir. Zamanaşımı süresi, suçun işlendiği tarihten itibaren başlar ve belirli bir süre sonunda suçun zamanaşımına uğramasıyla birlikte fail hakkında dava açılamamaktadır.
UZLAŞMA
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi kapsamında işlenen dinî değerlere alenen hakaret suçu, kanunen uzlaşma yoluna gidilebilecek suçlardan biridir. Uzlaşma, mağdur ile fail arasında yapılan anlaşma sonucunda kamu davasının düşmesi veya cezanın ertelenmesi anlamına gelmektedir. Ancak, bu uzlaşmanın belirli koşullara bağlı olduğu unutulmamalıdır. Örneğin, mağdurun rızası olmalı ve kamu düzenine zarar vermemelidir. Ayrıca, sulh ceza hakimliğince onaylanması gerekmektedir.
ETKİN PİŞMANLIK
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi kapsamında işlenen suçlarda failin etkin pişmanlık göstermesi durumunda cezada indirim öngörülebilmektedir. Etkin pişmanlık, failin işlediği suçu işlediğine pişman olması ve bu pişmanlığını somut adımlarla göstermesi anlamına gelmektedir. Örneğin, suçun işlendiği yer ve zamanda mağduru bilgilendirme, zararın tazmini veya suça katılan diğer kişilerin tespiti gibi adımlar etkin pişmanlık kapsamına girmektedir. Eğer fail etkin pişmanlık gösterirse, cezada indirim yapılabilir veya hapis cezası ertelenebilmektedir.
YARGITAY KARARLARI
YARGITAY CEZA GENEL KURULU 2007/8-244 ESAS, 2008/92 KARAR, 29.04.2008 KARAR TARİHLİ KARARI:
“…Basın açıklamasına konu olan metin ise; Kurul tarafından oylanarak resmiyet kazandırılan raporun özeti ve kamuoyuna duyurulması niteliğindedir. İçeriği itibariyle şiddet çağrısı taşımak bir yana, tam tersine raporun fikri zeminde tartışılması gerekliliğinin vurgulandığı görülmektedir. Raporun hazırlanış sürecinin ve özetinin açıklanmış olması karşısında, farklılıklara yönelik şiddet çağrısı içermemesi nedeniyle “kamu düzeni” ya da “kamu güvenliği” açısından açık ve yakın bir tehlike taşımamaktadır. Kaldı ki, açık ve yakın tehlike bakımından 5237 sayılı TCY.nın 216. maddesinin gerekçesi nazara alındığında, gerek rapor nedeniyle gerekse basın açıklaması sonrasında ortaya çıkan somut bir tehlike de söz konusu değildir. Toplum kesimleri arasında oluşmuş ve ortaya çıkan bir infial, herhangi bir taşkınlık saptanmamış, kamu güvenliğini bozan herhangi bir somut olgu da meydana gelmemiştir. Okunan rapora karşı, kurulda görevli bazı kişilerden kaynaklanan ve raporu yırtma mahiyetinde şekillenen tepkileri ise farklı özelliklere sahip bir kesimin diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrikin ölçüsü ve tezahürü saymak da olanaklı değildir….”
YARGITAY CEZA GENEL KURULU 2004/8-130 ESAS, 2004/206 KARAR, 23.11.2004 KARAR TARİHLİ KARARI:
“…Ne var ki, ilk bakışta açıkça saptanamasa dahi muhatabı kitlenin algılayabileceği maharetli bir gizlilik altında yapılan düşmanlığa ve kin beslemeye elverişli şiddet çağrılarının, yakın tehlike yaratıp kamu düzenini tehlikeye sokacak somutluğa ulaşması hallerinde, suçun oluşacağının kabul edilmesi,…”
AVUKAT GÖZDE TETİK
Faaliyet Alanlarımız: