A. CEZA MUHAKEMESİ
1. Ceza Muhakemesinin Tanımı
Ceza muhakemesi; hukuk sistemimizde suç olarak tanımlanmış ve karşılığında da bir cezanın belirlendiği fiillerin işlenmesi durumunda, soruşturmanın ve yargılamanın nasıl gerçekleştirileceğini düzenleyen hukuk dalıdır. Geçmişte yaşandığı iddia edilen bir vakıanın gerçekten meydana gelip gelmediğini, olayın sanık veya şüpheli tarafından meydana getirilip getirilmediğini ve ceza hukukundaki sonuçlarını tespit etmek için yapılan bir yargılama faaliyetidir. Failin suçu işleyip işlemediğine dair basit bir şüphe ile başlatılan ceza muhakemesi süreci, failin suçu işlediğinin kesinlik kazanması halinde mahkumiyet kararı verilerek tamamlanır.
2. Ceza Muhakemesinin Amacı
Ceza muhakemesinde amaç; meydana gelen somut olayla ilgili maddi gerçeğe ulaşmak ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde olayın delillerle ispat edilmesini sağlamaktır. Bu bakımdan, öncelikle somut olayın Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre suç olup olmadığını tespiti ile kim veya kimler tarafından gerçekleştirildiğinin ispatını sağlayacak dellilere ulaşmak ve bu deliller ışığında karara ulaşmayı amaçlamaktadır.
3. Ceza Muhakemesinde Taraflar
3.1. Mağdur ve Suçtan Zarar Gören Kişi
Mağdur kelimesi, Arapça zulüm, merhametsizlik, haksızlık anlamına gelmektedir. Ceza muhakemesi hukukunda, suçtan veya haksız bir fiilden zarar görmüş kimse olarak tanımlanmıştır.
Bu sebeple, bir kişinin mağdur sayılabilmesi için ortada haksız bir fiil olmalı ve kişi bu fiilden zarar görmüş olmalıdır.
Suçtan zarar gören ise, haksız fiil nedeniyle hak ileri sürebilecek kimsedir. mağdur ile arasındaki fark ise; mağdur, kişilik hakları veya malvarlığı üzerindeki mülkiyet hakkının suçtan doğrudan doğruya zarar görmesi ile karşı karşıya kalırken; suçtan zarar gören kişi, kişilik hakları veya mülkiyet hakkı ihlal edilmediği halde işlenen suçtan zarar görmüş kimselere denir.
3.2. Şüpheli ve Sanık
Şüpheli, soruşturma evresinde, hukuka aykırı eylemi gerçekleştirdiği şüphesi altında bulunan kişidir. Sanık ise kovuşturmanın başladığı andan itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişidir. Bu bakımdan suç şüphesi altında bulunan kişi soruşturma evresinde şüpheli, kovuşturma evresinde sanık olarak adlandırılmaktadır.
4. Masumiyet Karinesi ve Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
4.1. Masumiyet Karinesi
Belirtmek gerekir ki; Ceza muhakemesinde, tarafların birbirine üstünlüğü bulunmamaktadır. Evrensel hukuk kurallarına göre, bir kişinin masum olduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur; kişinin suçluluğunun kanıtlanamamış olması yeterlidir.
Bunun için masumiyet karinesinin temelini, hukukta hüküm giydirmenin yalnızca iddia edilen suçların kanıtlanmasıyla mümkün olduğu gerçeği oluşturur. Bu husus, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası tarafından da koruma altına alınmıştır. Anayasa’nın 38. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen; “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” hükmüyle masumiyet karinesi, Anayasa tarafından da kabul edilmiştir.
4.2. Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeğe ulaşmaktır. Ancak maddi gerçeğe ulaşmak için kuşkuya yer bırakmayacak şekilde olayın ispat edilmesi gerekmektedir. En önemli ispat aracı ise delildir. Bu bakımdan sanık hakkında mahkumiyete hükmedilebilmesi için toplanan delillerin, o suçun sanık tarafından işlendiğini kesin olarak ispatlaması gerekmektedir. Aksi takdirde sanığın, iddia edilen suçu işleyip işlemediği yönünden en ufak bir şüphe bulunması halinde dahi beraat etmesi gerekmektedir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin gerekçesi ise; masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suç işlediği şüpheli olan kimsenin serbest bırakılmasının üstün tutulmasıdır.
B. DELİL
1. Delilin Tanımı
Delil; bir şeyin varlığını, aslını, ne olduğunu ispatlamaya yarayan, yol gösteren, ipucu, iz, işaret anlamına gelen Arapça bir kelimedir.
Ceza muhakemesinde delil; fiilin fail tarafından işlendiği veya işlenmediği konusunda, yargılama makamının tam bir kanaate ulaşmasının temininde kullanılan, ceza uyuşmazlığını oluşturan olayın bir parçasını ya da tamamını ispat edebilecek, duyu organları ile algılanabilecek, maddi bir bünyeye sahip hukuk düzenince kabul edilen vasıtalara denir.
Polisin Adli Görevlerinin Yerine Getirilmesinde Delillerin Toplanması, Muhafazası ve İlgili Yerlere Gönderilmesi Hakkında Yönetmelikte (PAGY) ise “Meydana gelen bir suçun aydınlatılması ve suç sanıklarının tespitine yarayan her türlü ispat vasıtası” olarak tanımlanmıştır.
Deliller, ceza muhakemesinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğe ulaşmaktır ve bu amaç ancak ispatlar ile mümkündür. En önemli ispat aracı ise delildir. Deliller, hakimleri maddi vakıaya ilişkin gerçeğe ulaştıracak, işlenmiş olan suçun ispatını ve yargılamanın ivedi ve adil bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacak olan unsurlardır.
2. Delillerin Serbestliği İlkesi
Ceza muhakemesinde kural olarak “delil serbestisi ilkesi” kabul edilmiştir. Bu bakımdan maddi gerçeğe ulaşmak için, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delilin, ispat vasıtası olarak kullanılabileceği kabul edilmektedir. Bireyler işleyeceği suçun delillerini mahkemenin kullanması için hazırlamadığı gibi aksine mevcut delilleri yok etmeye çalışacaklarından, ceza muhakemesinde delillerin sınırlandırılması, meydana gelen somut olayın ispatını zora sokacak ve adaletin tecelli etmesine mani olarak sistemi işlemez hale getirecektir. Bu sebeple, ceza muhakemesinde meydana gelen olayın her türlü delil ile ispat edilebilmesine olanak tanınması zorunluluktur. CMK m.217/2; “ Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delil ile ispat edilebilir.” ifadesiyle ceza muhakemesinde delillerin serbestliği ilkesinin kabul edildiği anlaşılmaktadır.
3. Delillerin Özellikleri
Ceza Muhakemesi Kanunu’nda delillerin özellikleri belirtilmiştir. CMK m.217/1’e göre; “Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir.” ve yine CMK m.217/2; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” hükümleriyle kanun kapsamında delillerin özellikleri belirlenmiştir. Şöyle ki; 9
3.1. Hukuka Uygun Yollar İle Elde Edilmelidir
Ceza muhakemesinde maddi gerçeğe ulaşmak için meydana gelen vakıa her türlü delil ile ispat edilebilir. Ancak toplanan ve mahkemeye sunulan deliller hukuka uygun yollar ile elde edilmiş olmalıdır. Aksi halde, hukuka aykırı olarak elde edilen delil, ispat aracı olarak kullanılamaz. Çünkü adaletsizlik bir başka adaletsizlik ile çözüme kavuşturulamaz. Maddi gerçeğe ulaşmak için bile olsa, delillerin toplanması için her yola başvurulması kabul edilemez; hukukun çizdiği sınırların dışına çıkılmaması ve gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, delillerin hukuka uygun bir şekilde toplanması gerekmektedir.
Bu durum Anayasa’nın 38/6’ncı maddesi “Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez.” hem de 12/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMUK 189/2 maddesi “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.” ifadelerini kullanarak hukuka aykırı olarak elde edilen delillerle hüküm verilmesinin önü kapatılmaya çalışılmıştır.
3.2. Vasıta, Olayla İlgili ve Bağlantılı Olmalıdır
Hukuka aykırı bir fiilin ispatında olayla ilgilisi ve bağlantısı olmayan deliller kullanılamaz. Aksi takdirde ceza muhakemesinin amacına ters düşen bir durum ortaya çıkmaktadır. Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğe ulaşmak olduğuna göre olayla ilgisi ve bağlantısı olmayan deliller ile gerçeğe ulaşmak mümkün değildir. Delil ile ispat edilmek istenilen hususun olayı doğrudan aydınlatıcı bir yönü yoksa ve olay başka delillerle aydınlatılmışsa artık bu delilin olayı temsil ettiği söylenemez.
3.3. Akla ve Mantığa Uygun Olmalıdır
Vicdani kanaatin oluşmasına katkı yapacak olan delil, bilimin temel kabullerine uygun ve akılla kavranabilir nitelikte olmalıdır.
3.4. Erişilebilir ve Mevcut Olmalıdır
Delilin bu özelliğini, CMK m.217’de “hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş (...) delillere dayandırabilir.” hükmü ortaya koymaktadır. Öncelikle bir delilin mahkeme nezdinde delil sayılabilmesi için delilin mevcut olması ve mahkemeye sunulması gerekmektedir. Soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı delilleri toplar, delillerin yeterliliğine göre, kovuşturmaya yer olmadığına dair (takipsizlik) karar verir veyahut deliller yeterliyse kovuşturma aşamasına geçilir. Yargılama sırasında da taraflar delillerini sunarak mahkemede kanaat uyandırmaya ve olayı aydınlatmaya çalışır. Hakim, hükmünü delilleri serbestçe değerlendirerek vicdani kanaatine göre verir. Ancak kendisini bu kanaate götüren ispat unsurlarını olayla ilişkilendirerek ve gerekçesini şüphe bırakmayacak şekilde açıklayarak kararında göstermek zorundadır.
4. Delil Türleri
Deliller, hukuk literatüründe kendi aralarında kategorilere ayrılmaktadır. Buna göre deliller doğrudan-dolaylı, beyan, belge ve belirti delilleri olarak kategorilere ayrılabilmektedir.
4.1. Doğrudan-Dolaylı Delil
Mahkemenin çözmesi gereken asıl olayı ispatlayan delillere doğrudan doğruya deliller, hakkında karar verilmesi gereken esas olaya bağlı olan yan olayları açıklayan delillere ise dolaylı delil denilmektedir.
4.2. Belge Delili
Somut olay anında, olayın birebir, belirli şekillerde bir nesnenin üzerine aktarılması halinde ise belge delilinden söz edilir. Başka bir ifadeyle; delil olayı temsil eden, olay hakkında bilgi veren ve insan yapısı olan bir ispat vasıtasıdır. Belge delillerinin neler olduğu konusunda literatürde bir birlik olmamakla birlikte, somut olayı bire bir aktaran yazılı nitelikte, ses ve görüntü ile şekil tespit eden belgeler olmak üzere ayrılır. Senet, çizim, fotoğraf, film, görüntü, ses kaydı belge delili olarak kabul edilmektedir.
4.3. Belirti Delili
Bir olaydan geriye kalan ve somut olayı temsil edebilmesi içinde diğer delillerle desteklenmesi gereken tabii (doğal) ve suni (yapay) izlerdir. Diğer bir ifadeyle keşif faaliyetlerine konu olan olaydan geriye kalan her türlü iz ve eserlerdir. Belirti delilleri genellikle olay yeri inceleme ekipleri tarafından olayın gerçekleştiği yerde bulunarak , incelenmesi ve olayı aydınlatması için ilgili birimlere gönderilir. Parmak izi, vücut parçaları, nesneler (bıçak, silah vs.) belirti delili olarak sayılabilir.
4.4. Beyan Delili
Şüpheli, sanık, mağdur, suçtan zarar gören veya tanık gibi kişilere ait, uyuşmazlık konusu maddi olaya ilişkin mahkeme veya iddia makamı huzurunda yapılan sözlü açıklamalardır. Beyan delili maddi vakıaya ilişkin kaynağı insan olan, bu sebeple de hata ve yanılma payı diğer delil türlerine oranla daha yüksek olan bir delil türüdür. Ceza muhakemesinde mağdur ve suçtan zarar görenin beyanı da beyan delili olarak kabul edilmektedir. Şüpheli, sanık veya mağdur gibi kişilerin maddi vakıadan doğrudan etkilenmiş olmaları dolayısıyla beyanda bulunurken daha ziyade kendilerinin lehine olan bazı hususları öne çıkartması gibi bir netice ortaya çıkabilmektedir. Suç teşkil eden fiilin bizatihi kendisi üzerinde gerçekleşmesi olması itibariyle mağdur, olaya ilişkin en iyi aktarımda bulunabilecek kişi iken olayın tarafı olması ve insan doğası gereği olayı tarafsız şekilde nakletmesi mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla mağdur beyanı çoğu zaman, tek başına hükme konu delil olarak değerlendirilmemektedir. Mağdurun da şüpheli veya sanık gibi muhakeme sürecinde uyuşmazlık konusu olayda rol oynayan bir süje olduğu göz önüne alındığında mağdur beyanın, şüpheli-sanık beyanına bir üstünlüğü yoktur. Özellikle de tek delilin mağdurun beyanı olduğu suçlarda mahkeme hangi sebeplerle mağdurun beyanının güvenilir olduğunu ve sanığın beyanından üstün tuttuğunu somut ve inandırıcı gerekçelerle ortaya koymalıdır.
Ancak tanık beyanı açısından durum böyle değildir. Çünkü tanık, uyuşmazlık konusu olayda taraf değildir, olayın yaşandığı sırada orada bulunan ve olaya tanıklık eden kişidir. Dolayısıyla tanığın mağdur veya sanık üzerine herhangi bir hassasiyeti bulunmamaktadır. Bu itibarla tanık beyanı, mağdur beyanından üstün tutulmakta ve yargılamada maddi gerçeği ortaya çıkarmak için delil olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında mağdur, beyanında bulunurken yemin etme yükümlülüğü altında değildir. Ancak tanık beyanında, yemin etme yükümlülüğü vardır. Başka bakımdan tanığın yalan tanıklık yapması halinde yalan tanıklık suçundan cezalandırılması mümkündür. Bu kıstaslar tanığın beyanına yönelik inandırıcılığı ve güvenirliliği arttırmaya yönelik alınan tedbirledir.
5. Cinsel Suçlarda Mağdur Beyanlarının Doğruluk Değeri ve İspat Bakımından Güvenirliği
Cinsel suçlarda; genellikle mağdur olan kadın ve çocukların beyanları, Yargıtay tarafından, genel ifadeyle “kadının beyanı esastır” denilerek maddi gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik ispat bakımından delil olarak kabul edilmektedir. Cinsel suçlar, yapısı itibariyle gözlerden uzak, kapalı ortamlarda ve genellikle geride delil bırakmayacak şekilde gerçekleştirilen suçlardır. Bu sebeple cinsel suçlarda, suçun ispatı bakımından ciddi sıkıntılar meydana gelmektedir. Dolayısıyla bu suçlarda, Yargıtay, çoğu zaman kadının ve çocuğun beyanlarını tek başına delil olarak kabul etmekte ve bu beyana göre hüküm kurmaktadır. Ancak mağdur beyanının tek başına hükme konu delil olabilmesi için Yargıtay bazı kriterler belirlemiştir. Şöyle ki;
5.1. Mağdurun Anlatımı Tutarlı ve Samimi Olmalıdır
Mağdurun beyanı kendi içinde çelişkiler içerdiğinde, bu beyan delilini hükme esas almak mümkün değildir. Öyle ki, delilin akla ve mantığa uygun olması gerektiğini belirmiştik. Bu bakımdan kendi içinde tutarsız olan ve çelişkiler içeren bir mağdur beyanı hükme esas almak; akla ve mantığa uygun düşmez. Bu durum ceza muhakemesinin amacına da aykırılık teşkil eder. 12
5.2. Sanığın Beyanları Tutarsız ve Çelişkili Olmalıdır
İnsan kaynaklı olan beyan delillerinin, sanık-şüpheli, mağdur ve tanık beyanları olduğunu ve mağdur beyanının sanık beyanına herhangi bir üstünlüğü olmadığını belirmiştik. Bu bakımdan mağdur beyanının hükme konu olabilmesi, cinsel suça konu yargılamada başkaca somut delil bulunmamalı ve yargılamanın diğer tarafı olan sanık beyanının tutarsız ve çelişkili olması gerekmektedir.
5.3. Mağdur ile Sanık Arasında Husumet Bulunmamalıdır
Sanık ve mağdur, ceza muhakemesine konu olayın taraflarıdır. Dolayısıyla mağdurun maddi gerçeği tarafsız ve doğru şekilde aktarması, insanın doğası gereği çok mümkün görülmemektedir. Çünkü ortada zarar doğurmuş bir olay bulunmakta ve mağdur da bu olaydan zarar gören kişi konumundadır. Bu sebeple mağdur beyanları, tanık beyanları kadar hükme esas alınmamaktadır. Ancak cinsel suçlarda, hiçbir somut delilin olmadığı durumlarda, mağdur beyanlarının hükme esas alınması için taraflar arasında husumetin bulunup bulunmadığının tespiti çok önemlidir. Mağdurun sanık ile aralarında daha önceden bir husumetin bulunması ve bu kızgınlıkla maddi gerçekten uzaklaşarak beyanda bulunması yargılamanın maddi gerçekten uzak bir hükümle sonuçlanmasına yol açmaktadır. Yargıtay da bu hususu dikkate alarak, delillerin genellikle yok edildiği, saklandığı cinsel suçlarda mağdur beyanlarını, mağdurun sanık ile arasında husumet bulunmaması durumunda somut delil olarak kabul etmektedir.
6. Delillerin Faydaları
Delillerin ceza muhakemesinde maddi gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik bir ispat aracı olduğunu belirtmiştik. Delil, yargılama evresinde olayın nasıl gerçekleştiğinin anlaşılıp karar verilmesine yarayacak en önemli unsurdur. Dolayısıyla deliller, yargılamanın doğru, adil ve hızlı gerçekleşmesini sağlamaktadır. Bunun yanında hakim ve savcıların, suç ile suçlular ardındaki ilişkiyi doğru anlayıp karar vermelerine yardımcı olmaktadır. Delil, doğru ve adil yargılamaların gerçekleşmesine ve böylece vatandaşın devlete ve adalete olan güvenini arttırmaktadır. Maddi gerçeği ortaya çıkararak masum insanların cezalandırılmasını önlemekte ve insan hak ve onurunu korumaktadır.
II. BİR KORUMA TEDBİRİ OLARAK TUTUKLAMA VE KATALOG SUÇLAR A. KORUMA TEDBİRLERİ
1. Koruma Tedbirlerinin Tanımı
Soruşturma ve kovuşturma sürecinde, daha sonra tesis edilecek hükmün kağıt üstünde kalmasına engel olmak, yani hükmün infaz edilebilirliğini sağlamaya yönelik, veya maddi gerçeğin ortaya çıkmasını temin etmek amacıyla tatbik edilen, bir temel hakkı hükmün kesinleşmesinden önce kısıtlayan, geçici, gecikemez ve kural olarak hakim kararını gerektiren tedbirlere koruma tedbiri adı verilir.
2. Koruma Tedbirlerinin Amacı
Koruma tedbirleri suç şüphesinin ortadan kaldırılması veya yargılama sonunda tesis edilecek hükmün kağıt üzerinde kalmasının önlenmesine yöneliktir. Bu bağlamda koruma tedbirleri, soruşturma veya kovuşturma sürecinde uygulanırlar. Bazen maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik delillerin yok edilmesini önlemekte, bazen ise şüpheli veya sanığın yargılamadan kaçmasına engel olmaktadır. Sanıldığının aksine koruma tedbirleri bir ceza değil, tedbir uygulamasıdır.
3. Koruma Tedbirlerinin Özellikleri
3.1. Araç Olma
Koruma tedbirleri maddi gerçeğin ortaya çıkarılması veya hükmün kağıt üzerinde kalmasını önlemeye yönelik bir araç olarak uygulanırlar. Dolayısıyla her koruma tedbiri, amaç olarak belirlenen durum veya işlemi tesis etmek için kullanılır. Araç oluş, tedbirin ancak amaca uygun olması durumunda ve amaçla sınırlı olarak uygulanması sonucunu verir.
3.2. Geçici Olma
Koruma tedbirleri geçicidir. Herhangi bir tedbirin süreklilik arzeder biçimde uygulanması mümkün değildir. Tedbirin geçici olması, bir biçimde sonlanacağı anlamına gelir. Tedbirin uygulanmasına soruşturma ve kovuşturma bitmeden önce sona erebilir veya tedbir konusu hakkın, kesinleşmiş hükümde yer alan bir yaptırıma dönüşmesiyle sona erebilir.
3.3. Kanunla Düzenlenme
Koruma tedbirleri ancak Kanunla düzenlenir. Bu bağlamda koruma tedbirlerinde kanunilik ilkesi geçerlidir. Bu ilkenin Anayasal dayanağı ise Anayasanın 13. Maddesidir. Düzenlemeye göre “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir”. Bu hüküm, niteliği gereği temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması mahiyetinde olan koruma tedbirlerinin ancak kanunla düzenlenebileceği sonucuna ulaşmamızı sağlar.
3.4. Kişi Hürriyetini Sınırlandırma
Koruma tedbirleri bir ceza niteliliği taşımamaktadır. Ceza muhakemesinde maddi gerçeği ortaya çıkarmak için ispat aracı olan deliller, koruma tedbirleri sayesinde toplanabilmektedir. Bunun için de şüpheli veya sanığın kişi hürriyetleri sınırlandırılarak olaya konu delilleri yok etmelerinin önüne geçilmektedir. Koruma tedbirleri sadece delilleri ulaşılması için değil, aynı zamanda şüpheli veya sanığın yargılamadan kaçmaması için de kişinin hürriyetini sınırlamaktadır.
3.5. Orantılı Olma
Orantılılık ilkesi ceza muhakemesinde pek çok yerde görülmektedir. Bu itibarla, uygulanan koruma tedbirleri de tedbire konu ceza ile orantılı olmalıdır. Orantılılık, tedbirle güvence altına alınmak istenen yarar ile tedbirle sınırlanan hak arasında bir denge olmasını ifade etmektedir. Bu nedenle orantılılık değerlendirmesinde, isnat edilen suçun önemi ve ağırlığı, tedbir tatbik edilen kişinin özellikleri, isnat edilen suç dikkate alınmak durumundadır.
4. Koruma Tedbirlerinin Türleri
Soruşturma ve kovuşturma kapsamında çeşitli koruma tedbirleri bulunmaktadır. Yakalama, gözaltı, tutuklama, adli kontrol, el koyma, arama gibi tedbirler koruma tedbiri olarak sayılabilmektedir. Yakalama ve gözaltı, savcılık kararı ve kolluk aracılığıyla suç şüphesi altında bulunan kişilerin özgürlüklerinin geçici olarak kısıtlanmasıdır. Adli kontrol ise tutuklama nedenlerinin varlığı halinde, şüpheli ya da sanığı tutuklayarak özgürlüğünden yoksun kılmak yerine; gözleme ve denetleme imkanı sağlayan tedbirdir. El koyma ise bir eşyanın geçici olarak devletin hakimiyeti altına alınmasıdır. Arama, delillerin elde edilebilmesi için şüpheli veya sanığın eşyasında, evinde, iş yerinde yapılan araştırma faaliyeti olarak ifade edilebilir. Koruma tedbirlerinin ne olduğuna değindikten sonra konumuz itibariyle tutuklama koruma tedbirini kapsamlı olarak incelemek gerekmektedir.
5. Bir Koruma Tedbiri: Tutuklama
5.1. Tutuklamanın Tanımı
Tutuklama, delillerin korunması, şüpheli veya sanığın kaçmasını önleme gibi nedenlerle geçici olarak başvurulan ve özgürlüğünü sınırlandıran bir koruma tedbiridir. Tutuklama kararı, ister soruşturma ister kovuşturma aşamasında olsun mutlaka bir hakim tarafından verilmelidir.
5.2. Tutuklamanın Amacı
Tutuklamada diğer koruma tedbirleri gibi delillerin karartılmasını önleme ve süpheli veya sanığın yargılamadan kaçmasını önlemek amacıyla başvurulan bir tedbirdir. Ancak tutuklama, diğer koruma tedbirlerinden (arama, el koyma) farklı olarak kişi özgürlüğünü sınırlandıran bir tedbirdir. Bunun yanında, tutuklama bir koruma tedbiri olması dolayısıyla maddi gerçeğe ulaşmak için delillerin toplanılmasını amaçlamaktadır.
5.3. Tutuklamanın Şartları
Tutuklamanın şartları CMK m.100’de düzenlenmiştir. Buna göre; “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” ifadesiyle tutuklamanın sınırları belirlenmiştir.
5.3.1. Kuvvetli Suç Şüphesini Gösteren Somut Delillerin Varlığı
Failin suç işlediği yönünde, iddianame tanzimi için gereken yeterli şüpheden de fazla bir ihtimalin bulunduğu durumlar için geçerli olup, dosya kapsamında yer alan deliller ile orta zekalı biri tarafından failin suç işlediği konusunda yüksek ihtimal öngörülmekte ise kuvvetli şüpheden söz edilir. Soruşturma evresinde kuvvetli şüpheyi gösteren somut delillerin varlığı halinde tutuklamanın ön şartının gerçekleştiği kabul edilmektedir.
Ancak somut delilin kapsamına nelerin dahil olduğu konusunda doktrinde tartışmalar bulunmaktadır. Genel anlamda kabul edilen görüşe göre; somut delil beş duyu organıyla kavranılabilen bir delildir. Burada önemli olan husus kararın verildiği anda, mevcut delil durumunun, fiilin; şüpheli veya sanık tarafından işlendiğini gösteren tutuklamayı meşrulaştıracak ölçüde yoğun ve güvenilir delilin varlığıdır. Olay yerinde bulunan kanlı bir bıçak veya tespit edilen parmak izleri somut delil olarak kabul edilirken; bazen de özellikle cinsel suçlarda, kadının ve çocuğun beyanı somut delil olarak kabul edilmektedir.
5.3.2. Bir Tutuklama Nedeninin Varlığı
CMK m.100/2’de tutuklamanın nedenleri sayılmıştır. Buna göre, şüpheli veya sanığın tutuklanması iki durumda söz konusu olabilmektedir. Bunlar; kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunmasıdır.
a) Kaçma Şüphesinin Varlığı
Bu şart CMK m.100/2-a bendinde belirtilmiştir. Buna göre, şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, tutuklama nedeninin var olduğu kabul edilmektedir. Burada sadece kaçma şüphesinin varlığı yeterli değildir, bu şüphe somut olgularla desteklenmelidir. Dolayısıyla kaçma şüphesi somut olgularla desteklenmiş ise ceza muhakemesinin sonuçsuz kalmaması maksadıyla şüpheli veya sanık hakkında tutuklama koruma tedbirine başvurulabilir.
b) Delilleri Karartma Şüphesinin Varlığı
Bu şart CMK m.100/2-b bendinde belirtilmiştir. Tutuklama nedeninin diğer sebebi ise, şüpheli veya sanığın delilleri karartma şüphesinin varlığıdır. Ancak burada iki ihtimal bulunmaktadır. Şöyle ki;
ba) Delilleri Yok Etme, Gizleme ve Değiştirme
Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturma evresinde, maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek ve yargılama neticesinde hükmedilecek cezadan kaçmak için delilleri yok etme, gizleme ve değiştirme uğraşı içine girmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus; yalın delilleri karartma tehlikesi değil, şüpheli veya sanığın davranışlarının delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturmasıdır. Yani burada davranışların da bu izlenimi vermesi gerekmektedir. Bu husus meydana geldiği takdirde tutuklama nedeninin varlığı kabul edilmektedir.
bb) Tanık, Mağdur veya Başkaları Üzerinde Baskı Yapılması Girişimi
Delilleri karartma şüphesinin bir diğer hali de, şüpheli veya sanığın; tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapma girişiminde bulunmasıdır. Öyle ki, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında bu kişiler, delillerin karartılması maksadıyla karşı tarafı tehdit edebilir, korkutabilir ve hatta zarar verebilir. Dolayısıyla tespiti gereken ilk husus şüpheli veya sanığın, delilleri karartma hususunda şüphe uyandıran davranışlarının varlığıdır. Belirtmek gerekir ki; şüpheli veya sanığın kaçma ve delil karartma “ihtimali” bizatihi tutuklama nedeni olarak görülmemektedir. Tutuklama nedeninin varlığı için “somut olgular” gerekmektedir.
5.3.3. Ölçülülük/Oranlılık İlkesi
Bir diğer husus ise, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde bile şüpheli veya sanık hakkında her zaman tutuklama kararı verilmemesidir. Çünkü kanun koyucu, üçüncü bir şart koymuş ve işin önemi, verilmesi gereken ceza veya güvenlik tedbirinin ölçülü olması durumunu aramıştır. Ölçülülük değerlendirmesinde isnat edilen suçun niteliği ve bu suç için öngörülen yaptırımın miktarı yanında, şüpheli veya sanığın kişisel özellikleri de dikkate alınmak zorundadır.
Tutuklama, tüm koşullar ve nedenler gerçekleşmiş olsa bile ihtiyari bir tedbirdir. Dolayısıyla gerek soruşturma evresinde Cumhuriyet Savcısı talep etmek, gerekse hakim veya mahkeme tutuklama kararı vermek zorunda değildir. CMK’nın 100/1. maddesinde ölçülülüğe açıkça atıf yapılarak, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin ve tutuklama nedeninin varlığı bulunsa bile tutuklamanın ölçülülük ilkesine aykırı olması halinde adli kontrol tedbirlerinin uygulanabileceği belirtilmiştir.
B. KATALOG SUÇLAR
1. Katalog Suçlar Kavramı
Katalog suçlar, TCK ve CMK’nın çeşitli maddelerinde düzenlenmiştir. Katalog suçlar, ceza muhakemesi bakımından çok ciddi suçlardır. Bu sebeple tutuklama kapsamında diğer suçlardan daha hassas olması sebebiyle farklı olarak düzenlenmiştir. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar, Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti, Kasten öldürme, Cinsel saldırı, Çocukların cinsel istismarı gibi CMK m.100/3’de sayılan suçlar, katalog suçlar olarak adlandırılır.
2. CMK m.100/3 Kapsamında Katalog Suçlar
CMK 100/3 düzenlemesinde listelenmiş olarak katalog suçlar yer almaktadır. Tutuklamanın şartlarında ön şart olarak kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin olması gerektiğini bahsetmiştik. Tutuklamanın ikinci ve diğer önemli şartı ise bir tutuklama nedenin var olmasıdır. Ancak katalog suçları diğer suçlardan ayıran en önemli özellik; bu suçlardan birisinin işlenmiş olması halinde şüpheli veya sanık için tutuklama nedenlerinin var kabul edilmesidir. Dolayısıyla şüpheli veya sanık, katalog suçlar listesinde bulunan suçlarından birini işlemiş veya işlemiş olduğu şüphesi varsa bu kişilerin, delilleri karartmaya ve mağdur, tanık, diğer kişiler üzerinde baskı yapmaya yönelik davranışları olmamasına rağmen tutuklama nedeni varlığı kabul edilir ve tutuklama kararı verilebilir.
Katalog suçların bu yönüyle diğer suçlardan farklı olmasının sebebi; çok ciddi ve toplum nezdinde hassas suçlar olarak kabul edilmesidir.
Katalog suçlar bir karine olarak kabul edilmektedir. Yani aksi ispat edilene kadar tutuklama nedeni var olarak değerlendirilir. Diğer suçlarda, tutuklama nedeninin var olduğunu ispatlama ve açıklama yükümlülüğü savcı – hakim üzerindedir. Katalog suçlar söz konusu olduğu zaman tutuklama nedeninin olmadığını ispatlama yükümülülüğü şüpheli – sanık üzerinde olur.
3. CMK m.100/3’de Yapılan Değişiklik
Son dönemde kamuoyunda “4. Yargı Paketi” olarak bilinen, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 13. Maddesiyle; CMK m.100/3’e, “hususunda” ibaresinden sonra gelmek üzere “somut delillere dayanan” ibaresinin eklenmesi teklif edilmiştir.
Kanun teklifinin 13. maddesi şu şekildedir; “Maddeyle, 5271 sayılı Kanunun 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında düzenleme yapmak suretiyle, fıkrada belirtilen suçların işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedeninin var sayılabileceği kabul edilmektedir. Esasen maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları birlikte değerlendirildiğinde üçüncü fıkrada sayılan suçlar bakımından da tutuklama tedbirine başvurulabilmesi için birinci fıkrada belirtilen kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması gerekmektedir. Ancak uygulamada bu hususun değerlendirilmesi bakımından bazı tereddütlerin yaşandığı gözlemlenmiştir. Söz konusu tereddütlerin giderilmesi amacıyla üçüncü fıkrada düzenleme yapılmaktadır.” Kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşmıştır. Görüldüğü üzere; yapılan değişiklikle tutuklamanın şartlarından, katalog suçları diğer suçlardan ayıran tutuklamanın nedeninin var sayıldığı özelliği değiştirilmemiştir. Bu maddeyle değiştirilen husus, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerdir. Düzenlemeden önce CMK 100. maddesinin 3. fıkrasında yani katalog suçlarda kuvvetli suç şüphesinin varlığı tutuklama tedbirinin uygulanması için yeterliydi. Ancak yapılan düzenlemeyle bu fıkraya da “somut delillere dayanan” ibaresi eklenmiş ve katalog suçlarda da tutuklama tedbirinin uygulanması için diğer suçlar gibi somut delil aranmıştır. Böylece tutuklama için bizatihi “kuvvetli suç şüphesinin” yeterli görülmesinin önüne geçilmiştir.
Bu kanun teklifi kamuoyunda büyük bir kesimin tepkisiyle karşılaşmıştır. Gerek son dönemde artan cinsel suçlar gerek ise toplumda bu konuda oluşan hassasiyet sebebiyle bu suçların önünün açıldığı ve şüpheli ve sanıkların desteklendiği gerekçesiyle büyük bir kesim bu kanun teklifine karşı çıkmış ve yapılan düzenlenmenin yanlış olduğu savunmuştur. İçlerinde avukatların ve hukukçuların da bulunduğu kesim, cinsel suçlarda suçun niteliği itibariyle delillere ulaşmanın çok zor olması ve yargılamada bu hususun ciddi sorunlara yol açması sebebiyle tutuklama tedbirinin uygulanması için somut delil aranmasını eleştirmiştir.
III. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bireysel çalışma raporu kapsamında; öncelikle ceza muhakemesinin ne olduğu ve ceza muhakemesinde delillerin özelliklerine ve öneminine değindikten sonra koruma tedbirlerininden tutuklamanın ne olduğu detaylıca anlatılarak CMK 100. maddesinin 3. fıkrasında yapılan değişiklikten sonra katalog suçlarda, tutuklanma için somut delil arama düzenlenmesinden bahsedilmiştir.
Belirtmek gerekir ki; sanılanın aksine tutuklama bir ceza değil, koruma tedbiridir. Bu nedenle toplumda oluşan tutuklama tedbirine başvurulmadığı takdirde yargılamanın yapılmadığı ve maddi gerçekten uzaklaşıldığı algısı yanlıştır. Çünkü şüpheli ve sanık, tutuksuz yargılandığı halde cezalandırılabilir, veyahut tutuklu yargılanmasına rağmen beraatine karar verilebilir. Yani şüpheli ve sanığın, tutuklu veya tutuksuz yargılanmasının o kişinin masum veya suçlu olmasıyla ilgisi bulunmamaktadır. Tutuklama, yukarıda detaylıca bahsettiğimiz üzere, delillerin karartılmasının önlenmesi ve tanık, mağdur ve başkaları üzerinde baskı yapılmaması veyahut şüpheli ve sanığın yargılamadan kaçmasını önlemek amacıyla uygulanan bir koruma tedbiridir.
Yapılan düzenlemeyle, yasadaki tutarsızlık düzeltilmek istenmiştir. Çünkü CMK 100. maddesinin ilk fıkrasında tutuklama yapılabilmesi için kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı aranırken; üçüncü fıkrasında bulunan katalog suçlarda tutuklama yapılması için kuvvetli şüphenin bulunması yeterli görülmüştür. Bu tutarsızlık şüpheden sanık yararlanır ilkesiyle açıkça çatışmaktadır. Ceza muhakemesinde katalog suçlarda tutuklama tedbirinin uygulanması için diğer suçlardan farklı olarak bir tutuklama nedeninin varlığı aranmamaktadır. Bu husus, katalog suçlarda tutuklama tedbirinin uygulanmasında keyfiliğe yol açabilmektedir. Dolayısıyla tutuklama tedbirinin uygulanmasında somut delil aranarak, şüpheden sanık yararlanır ilkesi kapsamında bu keyfiliğin önüne geçilmek istenmiştir.
Yine katalog suçların bir karine olduğuna değinmiştik. Bu bakımdan katalog suçlarda aksi ispat edilene kadar tutuklama nedeni var olarak değerlendirilir. Diğer suçlarda, tutuklama nedeninin var olduğunu ispatlama ve açıklama yükümlülüğü savcı – hakim üzerindedir. Katalog suçlar söz konusu olduğu zaman tutuklama nedeninin olmadığını ispatlama yükümülülüğü şüpheli – sanık üzerinde olur.
Katalog suçlar listesinde bulunan cinsel suçlarda, dosya kapsamında başkaca somut delil bulunmadığı takdirde, Yargıtay’ın yerleşmiş kararlarına göre “Kadının beyanı esastır.” ifadesi benimsenmiştir. Ancak bunun için yine Yargıtay’ın belirlediği kıstaslara uygunluk aranmaktadır. Yine cinsel istismar suçunda çocuğun beyanı, somut delil kapsamında değerlendirilmektedir. Sonuç olarak yapılan değişiklik ile yasadaki tutarsızlık düzeltilmeye ve sanık ve mağdur ceza muhakemesi kapsamında eşitlenmeye çalışılmıştır.
KAYNAKÇA
AKSÜT, Ertekin, Ceza Muhakemesi Hukukumuzda Bir Uygulama Sorunu: Tutuklama 19.10.2017
BOZDAĞ Ahmet, SARIUSTA Kader, Ceza Yargılamasında Mağdurun Beyanı ve Delil Değeri, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt:8 Sayı:2 2017
DOĞAN, Baran, Tutuklama Nedenleri ve Tutuklamaya İtiraz FEYZİOĞLU Metin, TANER Fahri Gökçen, Koruma Tedbirleri 2020
FEYZİOĞLU, Metin, Suçsuzluk Karinesi: Kavram Hakkında Genel Bilgiler ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 1999
GÖKCEN Ahmet, ÇAKIR Kerim, Ceza Muhakemesinde Delil, Delillerin Muhafazası, Toplanması, Değerlendirilmesi ve Delil Yasakları, DEÜ Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt:21 s.2911-2951 2019
KARABULUT Ferhat, KARAPAZAROĞLU Ersin, TOSUN Hamza, Ceza Muhakemesinde Delil Kavramı ve Kovuşturma Sürecinde Hakimlerin Delil Algısı, TBB Dergisi 2015
MIHCI HUKUK VE DANIŞMANLIK, Katalog Suçlar, https://mihci.av.tr/katalog- suclar/ ŞEN, Ersan, Somut Delil Üzerinden Tutuklama Tedbirini Tartışırken, 07.07.2021 TALAS, Serdar, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Notları Dördüncü Bölüm Koruma Tedbirleri
YILMAZ, Tuğsan, Ceza Davasında Delil Kavramı ve Delil Çeşitleri 2018
YILDIZ, Ali Kemal, Ceza Muhakemesinde İspat ve Delillerin Değerlendirilmesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2002 22
Hazırlayan: Stj. Av. Süleyman ŞAHİN
Faaliyet Alanlarımız: